İbn-i Abidin

Kuran ve hadis ilminden süzülmüş fıkıh kitabıdır.

Fıkıh dalında müstesna bir yeri olup kaynak kitapların en sonuncusu ve en içeriklisidir.

Son asırda kaleme alındığı için günümüz meselelerine çözüm getirmektir.

429538_148029101985723_1769579994_n

 

 

Bu eser İbn-i ÂBİDİN namıyla meşhur üç kitaptan müteşekkildir. Bunların birincisi metin, ikincisi şerh, üçüncüsü hâşiye’dir. Metin Şeyhü’l İslâm Muhammed bin Abdullah Timurtâşî’ye ait olup «Tenvirü’l – Ebsâr» adını taşımaktadır. Şerh, Muhammed Alâaddin bin Ali el-Haskefî’nin eseri «ed-Dürrü’l-Muhtar», hâşiye de İbn-i ÂBİDİN Muhammed Emin’in yazdığı «Reddü’l-Muhtar ale’d Dürrü’l-Muhtar şerhi Tenvirü’l-Ebsar» dır. Binâenaleyh musannıf denilince Muhammed bin Abdullah Timurtâşî, şârih denilince de Haskefî anlaşılır.

Hanefî mezhebinin, mufassal fıkıh kitaplarından «Fethü’l-Kadir ve Bedâiu’s-Sanâyi» gibi muteber bir eseri terceme etmeyi birkaç senedir düşünüyor, bu bâbta bazı dostlarımdan teşvikler de görüyordum. Nihayet kararımı verdim ve terceme için İBN-İ ÂBİDİN’i seçtim. Buna sebep mezkur eserin bütün mufassal kitapların bir hulâsası mesabesinde oluşudur. Zira fukaha tarafından üzerinde söz edilmiş hiçbir mesele yoktur ki, İBN-İ ÂBİDİN o sözlerin hulâsasını ve kabule en şayan olanını zikretmesin. Son devrin OSMANLI ulemâsı her halde bundan dolayı olacak İBN-İ ÂBİDİN’den başka fıkıh kitabı aramaya lüzum göstermezlerdi. Meselâ : Bizim Hocazâde namında meşhur ve mazinne-i kirâmdan bir âlimimiz vardı ki, şer’i memuriyetlerin en yüksek derecesine çıktığı halde İBN-İ ÂBİDİN’den başka bir kitaptan fetva vermezdi.

İşte fakir de bu zevatın izlerinden yürüyerek bu eseri tercemeye başladım. Tercemede metinle şerhi birbirinden ayırmaya imkân olmadığı için ikisine birden «METİN» adını vererek bir arada yazdım. İBN-İ ÂBİDİN hâşiyesine de «İZAH» sözü ile işaret ettim. Ve onu metinden ayrı olarak daima metnin altına dercettim. İbn-i Âbidin’in naklettiği muhtelif kavilleri tırnak işareti içine aldığım gibi icabında kendi tarafımdan ilâve edilen ufak tefek izahları da parantez içine koydum. Ve zaten büyük olan eserin hacmi daha da büyümesin diye bazı lüzumsuz gördüğüm tekrarlarla meselâ, Arapça kelimelerin asıllarından uzun uzadıya bahseden cümleleri tercemeden hafettim.

İBN-İ ÂBİDİN merhum naklettiği bir meseleyi nereden aldığını mutlaka ya kitabın açık ismini söyleyerek, yahut bazı harflerle işaret ederek bildirmiştir çok defalar, «Bu meseleyi filan kitabın sahibi filan yerden nakletmiştir», der. Bazan kısaltma yaparak meselenin sonunda sadece kitabın adını zikreder. Meselâ: Sadece “Zeylâî”, “Dürer” gibi isimlerle iktifa eder, bazan daha da kısaltarak o kitaba bir harfle işarete bulunur. Halebî’ye “H”, Tahtavi’ye “T” harfleriyle işaret eyler.

Merhumun bu usulüne ben de tamamen sadık kaldım. Ve eserin herkes tarafından anlaşılmasını sağlamak için sade bir lisan kullanmaya elimden geldiği kadar gayret ettim. Bununla beraber İslâm hukukunun tamamını ihtiva eden bu büyük fennin çeşitli ıstılahlarıyla kendine mahsus terimlerini tamamiyle sadeleştirmeye imkan bulamadım. Onun için pek lüzumlu gördüğüm bazı kelimeleri bir lügatçe halinde ciltlerin sonuna ilaveye karar verdim. Fakat yine de bazı meselelerin anlaşılmasında güçlük çekilecektir. Benim bundan ötesine kudretim olmadığı için ihvanı kirâmın mûaheze buyurmamalarını rica ederim.

Bu eserin hazırlanmasında bana yardımcı olan kıymetli talebemden ŞEVKET GÜREL ve basarak neşrini üzerine alan Şamil Yayınevi Sahibi Duran Kömürcü’ye buracıkta teşekkür ederim.

Son söz: Bu eser her derde devâdır. Her evde bulunmalı ve mutlaka okunmalıdır. Cenab-ı Hak’tan cümle ihvan-ı kirâma hidayet ve muvaffakıyetler diler; âcizâne tercemesine çalıştığım bu büyük hukukun Mahkeme-i Kübrâ’da fakirin necatıma da sebep olmasını Cenab-ı Hak’tan niyaz eylerim.

AHMED DAVUDOĞLU
İSTANbUL /1982

 

Bir cevap yazın

Go to Top